Tıp dünyasında kan grupları uzun zamandır hayati bir konu. ABO sisteminin bulunması transfüzyonları güvenli hale getirdi, Rh faktörünün keşfi ise bu süreci daha da geliştirdi. Fakat tüm bu sistemlerin ötesinde, neredeyse mitolojik bir yere sahip olan bir kan grubu var:
Tıp dünyasında kan grupları uzun zamandır hayati bir konu. ABO sisteminin bulunması transfüzyonları güvenli hale getirdi, Rh faktörünün keşfi ise bu süreci daha da geliştirdi. Fakat tüm bu sistemlerin ötesinde, neredeyse mitolojik bir yere sahip olan bir kan grubu var: Rh null. Halk arasında “altın kan” olarak bilinen bu tip, eşine az rastlanır bir biyolojik özellik taşıyor. Dünya üzerinde yalnızca yaklaşık 50 kişide bulunan Rh null, hem benzersiz hem de tıpta büyük önem taşıyor.
Bu nadir kanın anlamı basit bir özete sığmıyor. Çünkü Rh null, kırmızı kan hücrelerinin yüzeyindeki tüm Rh antijenlerinin eksik olması anlamına geliyor. Yani bu kan, Rh sistemine dair ne kadar işaret varsa hepsinin devre dışı kaldığı bir yapı sunuyor. İşte bunun sonucu olarak Rh null, özellikle Rh uyumsuzluğu yaşayan hastalar için adeta hayat kurtarıcı bir kaynak haline geliyor. Fakat ne kadar kıymetliyse, bulunması da bir o kadar zor. Bu yüzden bilim insanları yıllardır “Bu kanı laboratuvarda üretebilir miyiz?” sorusunun peşinden gidiyor.
Son yıllarda bu alandaki en dikkat çekici adımlardan biri, Bristol Üniversitesi’nden Profesör Ash Toye ve ekibine ait. Toye’nin çalışmaları, laboratuvar ortamında Rh null’a benzeyen kırmızı kan hücreleri üretme konusunda önemli bir kapı araladı. Bu gelişme, kan bilimi açısından gerçek bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.
Rh null, basitçe “Rh antijenleri yok” demek olsa da arkasında karmaşık bir biyolojik süreç var. Normalde kırmızı kan hücrelerinin yüzeyi, D, C, c, E ve e gibi pek çok Rh antijenini taşır. Bunların hücre zarına yerleşebilmesi için RHAG adı verilen bir protein gereklidir. Eğer RHAG geninde mutasyon varsa, tüm sistem çöker ve antijenler yüzeye çıkamaz. Rh null işte bu şekilde oluşur.
Bu durum Rh null sahiplerini hem eşsiz hem de kırılgan kılar. Çünkü kendileri sadece kendi kan gruplarından transfüzyon alabilir. Aksi durumda bağışıklık sistemi agresif şekilde tepki verir. Buna karşın Rh null kanı, birçok hasta için evrensel donör niteliği taşır ve özellikle nadir kan gruplarına sahip kişiler için kritik öneme sahiptir.
Laboratuvarda kırmızı kan hücresi üretme fikri uzun zamandır gündemdeydi. Ancak Rh null gibi ekstrem ve nadir bir fenotipi taklit etmek çok daha zor bir iş. Profesör Ash Toye’nin ekibi, bu noktada CRISPR-Cas9 teknolojisini devreye soktu. Hücrelerin belirli genlerini hassas şekilde devre dışı bırakarak, yüzeyde antijen bulunmayan kırmızı kan hücreleri ürettiler. Dahası, üretilen bu hücreler bağışıklık sistemleriyle test edildiğinde, doğal kırmızı kan hücrelerine göre çok daha düşük oranda reddedildi.
Bu çalışmalar genç eritroblastlardan, yani olgun kırmızı kan hücresine dönüşmeye hazır öncül hücrelerden yapıldı. Kaynak olarak yetişkin kök hücreler ve yeniden programlanan iPSC hücreleri kullanıldı. Laboratuvar koşullarında hücrelerin büyütülmesi, olgunlaştırılması ve antijen ekspresyonunun tamamen kaldırılması, ciddi beceri gerektiren bir süreçti. Yine de elde edilen sonuçlar, “sentetik Rh null mümkün mü?” sorusuna güçlü bir şekilde “Evet, teknik olarak mümkün” yanıtını veriyor.
Laboratuvarda üretilen kırmızı kan hücrelerinin insanlara verilmesi, Rh null özelinde olmasa da genel olarak test edilmeye başladı. 2022’de ilk gönüllülere küçük miktarlarda lab-grown kan transfüzyonu yapıldı. Bu denemelerde herhangi bir ciddi yan etki görülmemesi, yolun açık olduğuna işaret ediyor. Ancak Rh null türevlerinin klinik aşamaya gelebilmesi için ek testlere ihtiyaç var. Gen düzenlemenin güvenliği, hücrelerin ömrü, dolaşımda dayanıklılığı ve büyük ölçekli üretim maliyetleri hâlâ çözülmesi gereken konular arasında.
Her büyük bilimsel atılım gibi, altın kanın laboratuvarda üretilmesi de hem teknik hem etik engeller içeriyor. En büyük engellerden bazıları şunlar:
Buna karşın potansiyel faydalar göz ardı edilemez:
Eğer mevcut ilerleme hızı korunursa, 2030’lu yıllarda klinik kullanıma hazır sentetik Rh null ürünleri görebileceğimiz öngörülüyor.
Rh null kan yıllardır “bulunması zor, değeri yüksek” olarak biliniyor. Profesör Toye’nin çalışmaları ise bu değerli kan tipini erişilebilir hale getirme yolunda önemli bir adım. Laboratuvarda üretimin teknik olarak mümkün olması, transfüzyon tıbbında devrim yaratabilecek bir gelişme. Her ne kadar bugün için klinik kullanımın önünde engeller bulunsa da, gelecekte Rh null’un yalnızca 50 kişilik bir miras olmaktan çıkıp, kontrollü şekilde üretilebilen bir tedavi kaynağına dönüşmesi hiç de uzak görünmüyor.
İnsan kanının laboratuvardan çıkabileceği fikri, tıbbın belki de en radikal dönüşümlerinden biri olacak. Rh null ise bu dönüşümün simgesi olmaya aday.
Yorum Yap